38
Ebû Nuaym'in Hilye isimli kitabında zikrettiğine göre Müminlerin emiri Ömer b. el-Hattâb -radıyallahu anhu- bir gece Medine sokaklarında dolaşırken yaşlı bir kadının kızına şöyle dediğini işitti: ''Kızım kalk süte su kat." Kızı: "Anneciğim, Ömer’in süte su katmayı yasakladığını duymadın mı?" dedi. Yaşlı annesi: "Ömer nerede ki bizi görsün!" Allah -Tebâreke ve Teâlâ-'nın kendilerini gördüğünden yakinen emin olarak kızı: "Şayet Ömer bizi göremese de, Ömer'in Rabbi bizi görür!" dedi.
Bu dünyada öyle insanlar var ki; onlar kulluklarından lezzet alarak, yüksek mevki, ebedi güvenlik, sonsuz mutluluk ve hak üzerinde sebat içinde yaşadılar. Bu sadece şunu bilmeleri sebebiyledir: Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını görür.
Allah'ın el-Basîr ismi Kur'an-ı Kerim'de kırk iki yerde geçmektedir. Allah -Subhânehû ve Teâlâ- şöyle buyurmuştur: (Allah yaptıklarınızı görmektedir.) [Bakara Suresi: 110],
Rabbimiz, ne kadar ince ve küçük olsa dahi, her şeyi görür. Kapkaranlık bir gecede, sert bir kayanın üzerindeki siyah karıncanın yürüşünü de görür. Yedi kat göğün üstündekini gördüğü gibi, yedi kat yerin altındakini de görür.
O, her şeyi hakkıyla gören, her durumu ve gizli şeyleri bilendir. Hepsinden en ince ayrıntısına kadar haberdar olandır. İşlerin iç yüzleri hakkında her şeyden haberdardır.
O, Basîr'dir; siyah karıncanın adımlarını görür... Kara taş ve kayaların altındaki... Vücudunun azaları içinden besinlerin akışını dahi görür... Onun damarlarının beyazlıklarını bile apaçık görür...
Gözlerin ihanetlerini de o lahzada görür... Aynı şekilde göz kapaklarının açılıp kapanmalarını...
Rabbimiz -Subhânehû ve Teâlâ- kendisi için (el-Basar) görme sıfatının olduğunu ortaya koymuştur. Allah -Subhânehû ve Teâlâ-'nın kendi zatına yaraşır iki gerçek gözü vardır. Bunların var olduğuna, bu sıfatların anlamını tahrif etmeden, anlamını boşa çıkarmadan, benzetme ve batıl bir yorum yapmadan iman ederiz. (O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir [Şûrâ Suresi: 11]
Yaratıcı olan Allah ile yaratılmış olanın bu ismi ortak kullanmaları; aralarında benzerlik olduğu anlamına gelmez. Çünkü yaratılmış olanın sıfatları, onun zayıflığına, acizliğine ve yaratılışına uygundur. Yaratıcının sıfatları ise, O'nun kemaline ve büyüklüğüne yakışan özelliklerdir. (O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir [Şûrâ Suresi: 11]
Allah -Azze ve Celle-'nin, kullarına rahmetinden ötürü onlara şefkatli bir hitap ile hitap etmiştir. O, kullarının kendisine ibadet etmelerine ihtiyaç duymamasına rağmen, kendisine itaat etmeye ve ihlaslı olmaya teşvik etmiştir. Mümin kuluna hatırlatmak ve gafilleri de Allah'ın onların yaptıklarından haberdar olduğu konusunda uyarmak için değerli kitabında şu sözüyle kullarına kırk defadan fazla hitapta bulunmuştur: (Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görendir.)
Kim, Rabbinin kendisinden haberdar olduğunu bilirse; Rabbine isyan ederken veya hoşlanmadığı bir şeyi yaparken O'nun kendisini görmesinden utanır. Kim, Rabbinin kendisini gördüğünü bilirse; amelini ve ibadetini iyi bir şekilde yapar. İhsan makamına ulaşıncaya kadar, amel ve ibadetinde ihlaslı olur. Sevgili peygamberimizin söylediği gibi ihsan, Allah'a itaat makamlarının en yükseğidir: «İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremesen de O seni görmektedir.» [Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir].
Kul, ihsan makamına ulaşırsa Allah'ın kulları için özel beraberliğinde olur. Allah -Tebâreke ve Teâlâ-'nın kudsî bir hadiste buyurduğu gibi: «Kulum, bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü mesabesinde olurum.» [Buhârî rivayet etmiştir]
Kim de Allah'ın kendisini sıkıntılar içinde gördüğünü bilirse, kalbi rahat eder, nefsi dinginleşir ve kurtuluşun yakın olduğunu yakinen bilir.
Kim, O'nun kendisini gördüğünü bilirse, hareketlerinde ve sözlerinde hainlik eden ve kullarını aldatan biri olarak görmesinden çekinerek Allah'tan utanır.
İbn Ömer -radıyallahu anhuma- bazı arkadaşlarıyla birlikte Mekke'ye doğru yolculuğa çıktı. Yolda istirahat ederlerken, bir çoban dağdan onların yanına geldi. İbn Ömer ona şöyle dedi: "Ey koyun çobanı! Bize bir koyun sat!"
Çoban da cevap olarak şöyle dedi: "Ben bir kimseye aitim -yani; ben sahip olunan bir köleyim-."
İbn Ömer ona dedi ki: "Efendine, onu bir kurtun yediğini söyle." Çoban, bunun üzerine şöyle dedi: "Allah nerede?'' (Allah görüyor ve biliyor.)
İbn Ömer bu cevap üzerine ağladı. Çocuğu (çobanı) efendisinden satın aldı ve onu azat etti.
Eğer bir gün ıssız bir yerde olursan sakın şöyle söyleme...
''Bütün gözlerden uzağım'' ancak şöyle de: Yaptıklarımı gözeten bir gözcü var...
Sakın, Allah’ı bir an olsa dahi habersiz sanma!...
Ve gizli olanın, O'na gizli kalacağını sanma!...
Bir adam, bedevi bir kadını baştan çıkarıp, ondan murad almak isteyerek kadına şöyle dedi: "Bizi sadece yıldızlar görebilir." Kadın adama dedi ki: "Öyleyse yıldızları yaratan nerede?"
Şöyle denilmiştir: Kim, düşüncelerinde Allah'tan korkarsa, Allah'ta onu vücut azaları ile yaptıklarında korur.
Allah'ın kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde, gölgesinde gölgelendireceği yedi sınıf insana bir bakarsan; aralarındaki ortak noktanın; Allah'ın kendilerine bakıp, onları gördüğüne hakkıyla iman ediyor olmaları olduğunu görürsün. Sanki O'nu görüyorlarmış gibi Allah'a ibadet ediyorladı. Böylece o makama nail oldular.
İşte bu isimle (el-Basîr), Mûsâ'nın kavminden salih bir adam Firavun'un ve kavminin kalleşliklerinden Allah -Tebâreke ve Teâlâ-'ya sığınarak ve O'na sıkı sıkıya bağlanarak dua etmişti: (Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.) [Gâfir/Mümin Suresi: 44] Peki, sonuç ne oldu?
Allah onun duasını kabul etti: (Allah, onu, onların hilelerinin kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini, azabın en kötüsü kuşattı.) [Gâfir/Mümin Suresi: 45]
Ey sivrisineğin kanat çırpışını gören...
Gecenin inleyen zifiri karanlığında...
Ve boynunda ki ana damarını gören...
O zayıf kemiklerin içindeki beynini gören...
Bana, onunla sileceğin bir tövbeyi ihsan et...
Önceki zamanlarda benden sadır olanları...
Mümin tövbe etmeden tenha yerlerde günah işleyip buna ısrarla devam etmemesi noktasında uyarılar: «Buhâri»'de gelen, Sevbân -radıyallahu anhu-'nun bir hadisinde: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: «Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, kıyamet günü Tihâme Dağları emsalinde bembeyaz (tertemiz) sevaplarla gelirler. Allah -Azze ve Celle- ise, o sevapları saçılmış toz haline getirir (değersiz kılar).» Sevbân -radıyallahu anhu- dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Bize, Onların özelliklerini anlat, durumlarını açıkla da, bilmeyerek de olsa biz de onlardan olmayalım!" O da şöyle buyurdu: «Onlar sizin din kardeşleriniz, sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlar da gece ibadetinden nasiplerini alırlar. Ancak onlar, Allah'ın yasaklarıyla tenhada baş başa kalınca, o yasakları ihlal ederler, çiğnerler.» [İbn Mâce rivayet etmiştir] ve insanlara gösteriş yapan ve Allah'ı pek az bir anma dışında zikredip anmayanlar.
Yalnız kalmak insanı ya yüceltir ya da alçaltır. Bu yüzden kim, yalnız olduğunda Allah'ı yüceltirse, insanlar da ona gördükleri yerde hürmet ederler.
İbn Recep el-Hanbelî -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir: ''Küçük nifağın hepsi gizlilik ile açıklık arasındaki farka döner'' ve devamında şöyle der: Güzel son ancak, kimsenin görmediği yerde yaptıkları güzel olan kimse için mümkündür. Çünkü ölüm anında yapmacık davranmak mümkün değildir. O gün kalpte gizlenenden başkası ortaya çıkmaz.''
Ey Basîr olan Allah'ım! Zayıflığımızdan dolayı bize merhamet et! Eksikliklerimizi, kusurlarımızı görmezden gel. Bizim canımızı müslümanlar olarak al; Ey âlemlerin Rabbi!