Allah -Subhânehû ve Teâlâ- şu sözüyle yüce zatına övgüde bulunmuştur: (O, el-Evvel, el-âhir, ez-Zâhir ve el-Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir) [Hadîd Suresi: 3]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sahih olarak gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur: «Allah’ım! Ey göklerin, yeryüzünün ve Azim Arş'ın Rabbi! Bizim ve her şeyin Rabbi! Taneyi ve çekirdeği yaran, Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an'ı indiren!Perçemi senin elinde olan her şeyin şerrinden sana sığınırım.
Allah’ım! «Sen el-Evvel'sin, senden önce hiçbir varlık yoktur. Sen el-Âhir'sin, senden sonra hiçbir varlık yoktur. Sen ez-Zâhir'sin, senin üzerinde hiçbir varlık yoktur. Sen el-Bâtın'sın, senden başka kalıcı hiçbir varlık yoktur. Benim borçlarımı öde ve beni fakirlikten kurtar.» [Müslim rivayet etmiştir].
O, el-Evvel'dir: Kendisinden önce hiçbir şey olmayan.
O, el-Âhir'dir: Kendisinden sonra hiçbir şey olmayan.
O, Ez-Zâhir'dir: Üstünde hiçbir şey olmayan.
O, el-Bâtın'dır: Kendisinden başka (öte) hiçbir şey olmayan.
Bu isimlerin konusu, Rabbimiz -Subhânehû ve Teâlâ-'nın yarattıklarını zamansal ve mekânsal bir kuşatmayla çepeçevre kuşattığını anlatmakdır.
Zamansal kuşatması (el-Evvel) ve (el-Âhir) isimlerinde gerçekleşmiştir.(Bütün ilklerden önce muhakkak Allah vardır.). Bütün varlılar O'ndan sonra var oldu ve O, hepsinden önce vardı.
(En son olandan daha sonra da muhakkak Allah vardır); Allah -Azze ve Celle- sessiz ve konuşan tüm yarattıklarının yok olmalarından sonra da bakidir.
Mekânsal kuşatması ise (Ez-zâhir) ve (El-Bâtın) isimlerinde gerçekleşir. O, her şeyin üstündedir, dolayısıyla O'ndan daha üstün hiçbir şey yoktur. (Üstün görünen her şeyin üstünde muhakkak Allah vardır.) O, Arş'ın üzerindedir. Arş ise yaratılmışların en üstündedir. Allah Teâlâ, zat yüceliği, kadir yüceliği, sıfatların yüceliği ve galip gelme yüceliğine sahiptir.
(Gizli olan her şeyin dışında muhakkak Allah vardır.): Allah -Subhânehû ve Teâlâ-'nın gizliliği, her şeyi kuşatmasıyla olur. Öyle ki kuşattığı o şeye o şeyin kendisinden daha yakındır. O, sırları ve gönüllerde olanları en iyi şekilde gören ve bilendir.
Tâbi ki bu Allah -Subhânehû ve Teâlâ-'nın yüceliği, üstünlüğü ve göklerin üstündeki Arş'ın üzerinde olmasıyla beraber kullarına yakındır. Onların içlerinde olanlardan haberdar olduğu gibi onların görünen yönlerini de bilir. (Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.) [Kaf Suresi: 16] (De ki: İçinizden geçeni gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir) [Âl-i İmrân Suresi: 29]
Sözlerini işitir, yaptıklarını görür, senden hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ashabının dolgun, çok yüksek seslerle Rablerine seslendiğini duyunca şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar! Kendinize acıyın. Siz ne bir sağıra, ne de bir gâibe dua ediyorsunuz! Muhakkak siz, sizi hakkıyla işiten ve görene (Allah’a) dua ediyorsunuz.» [Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir].
Secde ederken: “Yüce Rabbimi tesbih ederim” diye fısılda. Gökler senin duana açılır ve o zaman Mevlâ Teâlâ seni duyar. O'nun uzakta olduğunu ve senden bir şeyin O'na gizli kalacağını zannetme.
O, zifiri karanlık gecede sert taşın üzerinde yürüyen kara karıncanın ayak seslerini duyar. (Hiçbir yaprak düşmez ki, onu bilmesin) [En'âm Suresi: 59]
Bütün mahlukatın kendisinden geldiğini ve onların kulluğunun kendisinde sonlandığını sana hatırlatması O'nun hikmeti ve lütfundandır. Senin yoktan var olmanda O'nun tek olması gibi, sende ilah edinme konusunda sadece O'nu kendine ilah edin. Senin varoluşun ve yaratılışın O'ndan başladığı gibi,sende sevginin, iradenin ve ilah edinmenin en son noktasını O'na sarfet.
Çaresizlikler seni sıkıntıya sokup seni daraltıyorsa ve korkular seni bir şeylere zorluyorsa; o zaman O'nun el-Evvel ve el-Âhir olduğunu, O'nun sana yakın olduğunu, her şeye kadir olduğunu, kullarının üzerinde tek ve tam tasarruf sahibi olduğunu hatırla. Gökten yere kadar bütün işleri O yönetir, sonra işler O'na yükselir. O, senin sırlarını ve kalbini saran şeyleri en ince ayrıntısına kadar bilir.
İşte böylece kalbinin yöneldiği bir Rabbi, kendisine kulluk ettiği bir ilahı, ihtiyaçları için kendisine başvurduğu Samed olan Allah'ı ve sığındığı bir sığınağı olur. Eğer bu hal devam ederse kalbin mutlu olur, vicdanın sakinleşir, rahatlar ve kurtuluş yakınlaşır. Kesinlikle O'nun el-Evvel ve el-Âhir olduğunu, ez-Zâhir ve el-Bâtın olduğunu ve her şeye kadir olduğunu bilirsin.
Ateş, Halil İbrahim -aleyhisselam-'ı yakmadı. Çünkü ilahi gözetim ona bir pencere açtı. (Dedik ki: Ey ateş! İbrâhim’e serin ve selametli ol!) [Enbiyâ Suresi: 69]
Deniz, Kelîmur-Rahmân olan Mûsa -aleyhisselâm-'ı boğmadı. Çünkü Allah'ın yüceğiliyle iman eden kuvvetli bir ses şöyle dedi: (Mûsâ, “Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi) [Şuarâ Suresi: 62]
Yûnus -aleyhisselam- balinanın karnında şöyle sesleniyor: (Senden başka hiçbir (hak) ilah yoktur. Seni, bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Ben gerçekten nefsime zulmedenlerden oldum.) [Enbiya Suresi: 87] Gecenin, denizin ve balinanın karnının karanlığı olan üç karanlığın içinden yayılan zayıf bir ses, gökyüzüne nüfuz edercesine yükselir ve kurtuluş gelir.
Zayıf kulu için bilinmezliğin içinde lütuflar vardır...
İşte bununla kalemler kurudu, sayfalar dürüldü...
İnsan tek başına olaylarla boğuşamaz, olumsuzluklara direnemez, çatışmalara giremez. Çünkü o, Rabbine dayandığı zamanlar dışında zayıf ve aciz bir mahluktur. Çünkü bilir ki, O'nun Evvel olması, her şeyin öncesinde gelmiştir ve âhir olmasıyla da her şeyden sonraya kalmıştır. O, Zâhir olmasıyla her şeyin üstüne çıkmış ve Bâtın olmasıyla da her şeye yaklaşmıştır.
Ne bir sema O'ndan bir semayı gizler, ne bir yeryüzü O'ndan bir yeryüzünü gizler. Ne de bir zahir O'ndan bir bâtını gizler. Bilâkis bâtın O'nun için zâhirdir. Gayb ise, O'nun katında şahit olunandır. Uzak olan O'na yakındır, sır olan O'na açıktır.
Ne mutlu Allah'a bağlanan, Allah'ın isimlerini öğrenen ve kalbini ıslah eden kimseye! Ne mutlu amellerinde ihlaslı olan, niyetini düzelten, sabrı kendine kalkan, Rabbine güveni kendine zırh edinen kimseye! İşte bu samimi ve saf bir sevgiyle yapılan kulluktur.
Sana olan hasretim benimle dalaştı ve beni sarstı... Umudumun çabucak ulaşmak istediği bilinmeyenden ötürü...
İbnu'l-Kayyim -rahimehullah- şöyle demiştir: ''El-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir ve el-Bâtın, işte bu dört ismin öğrenilmesi ilmin ve bilginin temelleridir. Kula, gücünün ve anlayışının ulaştığı son noktaya kadar bu isimlerin bilgisine ulaşması yaraşır.''
O, Evvel'dir. O, Âhir'dir. O, Zâhir'dir... O, Bâtın'dır. İşte bu dört şey bir ölçüdedir...
O'ndan önce hiçbir şey olmadığı gibi, sonrasında da hiçbir şey yoktur... Kudret sahibi Allah ne yücedir...
Bu dört ismin ve anlamlarının bilinmesi, vesveseleri defetmede büyük bir etkiye sahiptir.
Ebû Zemîl adında bir adam, ümmetin âlimi olan Abdullah bin Abbas -radıyallahu anhuma-'nın yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey İbn Abbas! Kalbimde bulduğum bu şey de nedir?" İbn Abbas dedi ki: ''O nedir?'' Dedim ki: ''Vallahi ondan bahsetmem!'' Bunun üzerine bana: ''O bir şüphe midir?'' dedi ve sonra da güldü. Ardından da şöyle dedi: ''Bundan hiç kimse kurtulamamıştır. Öyle ki Allah şu ayetini indirmiştir: (Eğer sana indirdiğimizden (vahiyden) kuşkuda isen, senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!) [Yûnus Suresi: 94]
Sonra bana dedi ki: ''Eğer içinde böyle bir şüphe bulursan şöyle söyle: (O, el-Evvel, el-âhir, ez-Zâhir ve el-Bâtın'dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir) [Hadîd Suresi: 3]
Ey Evvel ve Âhir, Zâhir ve Bâtın olan Allah'ım! Gizli hallerimizi düzelt. bütün işlerimizde sonumuzu güzel kıl. Bizi dünyada ve ahirette rezil olmaktan kurtar.